Mutlaka İzleyin Eylül 2012 | Osmanlı Cumhuriyeti

Bir kez daha oh dedim. Bir kez daha "hadi ya" dedim. Gerçekten "yükselerek arşa değdi" san ki başım...

Buz Devri 3: Dinazorların Şafağı

Animasyona ağırlık verdiğim yaz günlerinde kıyıda köşede izlemediğim ve izlememi bekleyen bir yavru yumurta film olduğunu fark ettim ve derhal koyuldum izlemeye o da ne ? ...

Mutlaka İzleyin Eylül 2012 | ANONİM

Eğer ünlü yazar, şair, şarkıcı, oyuncu kısaca ünlü birinin hayatıyla ilgili gerçek yada değil bir şeyler izlemekten zevk alıyorsanız...

Sende Yaz

Eğer sizde devamlı olarak "bir film izliyorsanız" ve yorumlarınızı blog takipçileriyle paylaşmak istiyorsanız yapmanız gereken tek şey paylaşım kurallarını okumak ve bize mail atmak...

Mutlaka İzleyin Ağustos 2012 | BOLEYN KIZI

birazbugunden.blogspot.com da yazdığım gibi bizde ki Hürrem ne ki adamlarda Boleyn ailesi var....

28 Aralık 2012 Cuma

Açlık Oyunları

Kitapçıda gezerken raflarda gördüğüm "kuşlu" kitapmış meğer film.
Son zamanlarda izlediğim en iyi filmler arasında. Aslında günümüzde açlık oyunlarının halen daha oynandığının açık delilini sunan nereden tutsanız elinizde mesajları ve duygu anları kalan müthiş hatta müthiş ötesi bir film.

Genelde önce filmi izleyip ardından kitap okunsa da ben kitabı önce gören fakat okumayan ardından filmi izleyip kitabını keşfedenlerdenim.
İzleyeceğim izleyeceğim diye gün sayıp geçiştirirken, daha sinema salonlarındayken korsanlarına talim olup her defasında ilkmişcesine heyecanlanan insanları gördükçe izleme heyecanım benimde bir hayli arttı.

Film özetlemek yerine bayağı etkisinde kaldığım duygularımı aktarmak isterim. Deminde dediğim gibi reyting açlığını yani günümüzün açlık oyununu açık şekilde sunan ki bu aban göre harika tasarlanmış bir "oyun".

Reyting ve adrenalin uğruna milleti hiçe sayan bir dünya düzeninde olduğumuzu, her şeyin ucuz bir reklam metninden ibaret olduğunu açıkça sunan ve bizlerinde bunlara bağlı birer "" izleyici olduğunu belirten bir film.

O kadar geniş yankı uyandırmış ki duyduğuma göre ölüm aşaması haricinde gerçeğe bire bir uyarlanacakmış.

Aslında bir diğer can acıtıcı noktada kitabı raflarda boy gösterirken kimsenin ilgisini çekmeyip filmle beraber satış rekorları kırması üzücü.
Tıpkı "Alacakaranlık" serisinin filmden sonra kitap kapaklarının değişmesi ve kitaplarının artması gibi üzücü ve can sıkıcı bir konu.

Neyse sözü daha fazla uzatmanın mektup havası tadında sunmanın anlamı yok.
İleride insan oğlunun bu "açlık" ile devam etmesi durumunda "teknolojiye açlığımızın" "adrenale açlığımızın" "modaya açlığımızın" "sınıf ve insan ayrımı açlığımızın" bize ne gibi zararlara yok açacağını açıkça sunan mutlak suretler her izleyici kesimini saran bir film.

Mutlaka ama mutlaka izlenmesini tavsiye ettiğim bir film.

İyi Seyirler...

2012'NİN EN KÖTÜ FİLM AFİŞLERİ

Kim nasıl veya neye göre seçti bilmem. ama alakalı bulduğum için paylaşmak istedim. içerisinde iki de Türk filmi afişi var.Biz daha çok konu veya yapım olarak beğenilmeyen filmlere ev sahipliği yapıldığı listelerde adımızı görsek de bu sefer sanırım film beğenilmiş fakat afiş sınıfta kalmış. İşte o liste;
Detaylı bilgi: tıklayınız.


















SÜPER TÜRK

Tıpkı filmde de söylendiği gibi "isminden de anlaşılacağı gibi Süperman'in Türk versiyonu".

Aynen öyle. "Uçması, kaçması, ışın çıkarması, kostümü ve zayıf yanı dışında" benzerliği olmayan bu kahraman belkide haddim değil ama "olmasa da olurdu".

Tamer Karadağlı'nın yönetmenliğini yaptığı, eski eşiyle başrollerini paylaştığı film hiçte yabancı değil.
Tek farkı gazeteci değil köylü. Birde eline sıkıştırılmış tespihiyle tam Türk olan kahramanımız herkesten gizlediği dünyaya yardım için bile kullanmadığı güçlerini sadece köy kahvesinde taş çalmada kullanan "süperimiz" eski aşıkının okuyup köyüne öğretmen olması ve yanında gelen arkadaşının bu kahramanımızda ki tuhaflıkları fark etmesiyle kahramanımız ünlenir.

Tipik iyi kötü savaşı verip tekrar köyüne dönen Süper Türk'ümüzü izlerken gülmedim.
Heyecanda duymadım. Sanırım bilindik hikayesi tahmin edilir sonu buna sebepti.
Ama ikincisi gelecekmiş gibi final yapması düşündürücüydü.
Neyse Türk Filmi meraklılarına film bekler.

İyi Seyirler...
Haber link: http://www.sabah.de/cengelli-igneli-tespihli-superturk.html

Not: Bu blogta ki bu ve tüm yazılarım sadece bir seyirci bakışıdır. Yazılan, karalanan her cümle tamamen bir seyircinin düşüncesi şeklindedir. Kişi, kurum veya kuruluşları aşağılama karalama vb. amaç gütmeden düşüncelerimi yazmaktayım.

ÖTEKİ TARAF

"Hükümet tarafından görevlendirilmiş dahi bir fizikçi, alternatif evrenleri görebilmeyi sağlayan bir cihaz tasarlamıştır. Fakat makine ilk sunumunda arıza yapar ve deneyi izleyen gözlemcileri başka bir boyuta götürür. Grup, insan yiyen canavarların hüküm sürdüğü bu dünyada hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da makinayı tamir etmeyi dener. Hayatta kalmayı başarsalar bile eğer makineyi çalıştıramazlarsa asla geri dönemeyeceklerdir."

Kısaca filmin konusu yukarıda ki gibi. Açıkçası yorumlarını okuyup öyle izlemeye koyuldum. Efektler konusunda yorumun biri dikkatimi çekti. Sanal ve sosyal tabi bunların bir bütünü daha doğrusu bağlantısı olan bilgisayar ve annesi teknolojiyle bayağı ilgimi çektiğinden efektler yorumuna dikkat ettim.

Film bir hışımla başladı. Sağ tarafta görülen doktorumuz ki dünyanın sayılı zeki insanlarındanmış bir icat yapmış sevgili babasının başlatıp kendisinin devam ettirdiği. Ne olduysa oldu hop bu icat sayesinde evren daha doğrusu boyut değiştirdiler. Ama komple bulundukları odayla birlikte "yerin 3 kat altında ki oda" boyut değiştirdiler. İlk başta bunu anlamazken daha sonra dışarı çıktıklarında artık dünyada olmadıklarını fark ederler. Ama hata bir dediğimiz olay gerçekleşir. O da şu eğer komple o odayla birlikte boyut değiştirdiyseniz o odanın lambasını, bilgisayarlarını kısaca enerjisini sağlayan elektriği nereden sağlıyorsunuz?
Hadi dedik gel zaman git zaman unutuldu. Peki o geçişlere ne demeli. Tıpkı film 90'ların bilim kurgu dizileri gibi. Belki hatırlayanlar vardır "Kayıp Dünya" adlı bir dizi vardı. Dinozorların dünyası da sıkışıp kalan bir grup insanın yer aldığı bir diziydi. Tıpkı orada ki gibi geçişler.

Geçiş demişken peki efektlere ne demeli? Daha başarılı bir yapı beklerken açıkçası 80'lerde ki bilimkurgu efektleri gibi komik bir o kadarda zayıf.
Elbette bu blogta ki her yazım eleştirme kıvamı için değil sadece seyirci olarak yorumum ama biraz da insan dönüp çektiği filme bakar be kardeşim.
Sürükleyicilik konusunda bir diyeceğim yok. Her an her karakter ki hiç unmadıklarınız ölebilir.
Tabi birde bazı yapmacık tavırlar. Ayağı ezilen meraklı hanımefendi neredeyse maraton koşacak kadar sağlıklı, koluna daha doğrusu makyajda da sınıfta kaldıkları koltuk altına saplanan borunun çıkartıldığı beyefendi sanki hiç yarası yokmuşçasına meraklı ve keşif ruhuyla yanan tavırları ve belkide en komik tarafı ışınlanırken yanlarında getirdikleri o kocaman odanın canavarlarca üzerilerine yıkılmalarına rağmen sanki plastik topla "yakar top" oynar gibi enkazın altından kalkmaları çok ama çok yapmacık ve komikti.
Final neredeyse geçiştirilmişti.
Eklenen tüm yorumlar efektler ve final üzerineydi.
Ne denir yıl 2011 filmi efekler 90'lar final felsefik eğer merak ederseniz buyurun izleyin.

İyi Seyirler...

16 Eylül 2012 Pazar

Osmanlı Cumhuriyeti


Bir kez daha oh dedim.
Bir kez daha "hadi ya" dedim.
Gerçekten "yükselerek arşa değdi" san ki başım.
Gerçekler gözler önüne serilmiş tüm çıplaklığıyla ve bundandır bir kez daha sonsuz teşekkürlerimi ilettim Atama...

Bu kadar övgü veya edebi yada adına ne derseniz;
Giriş yapmamın tek sebebi 2008 Gani Müjde yapımı "Osmanlı Cumhuriyeti".
İlk vizyona girdiği Cuma günü akşam seansında izleyip ardından duygulanarak kendimi salonun dışında "vay be" derken bulduğum, muhteşem hatta muhteşem ötesi bir film.
Bugün öyle bilgisayarımda filmler arasında gezinirken gözüme ilişti. Arkadaşımda yanımdaydı sordum izlememiş ben zaten dünden razı ilemeye atladım izleyelim diye.
İzledik. Ama sorun tepki şu "bu ne arkadaş nasıl karçırdım izlemedim"
Eğer sizde izlemediyseniz mutlaka ama mutlaka bu ay içerisinde izleyin.
Sizde "iyikilerle" başlayan cümleler kuracaksınız, sizde duygulanacak hatta gözünüzden akan "hoşçakal padişahım" yaşına engel olamayacaksınız.

İyi seyirler...

9 Eylül 2012 Pazar

Kung Fu Panda 2


Evet…
Birden sonra ikiyi de izleme fırsatı buldum ve izledim. Aldığım duyumlar serinin birinci filmi daha başarılı diyeydi. Fakat ikisi de çok güzel. Hatta yine bir de olduğu gibi ilginç ve çok anlamlı repliklerle karşılaştım. Ve yine her iki izleyici grubuna eşit şekilde yaklaşan farklı dersler ve örneklerle bize dolu dolu yaklaşık bir buçuk saat yaşatıyorlar.
Bence ikisi de kendi içinde tek bir noktada birleşmesi dışında tamamen farklı ve hoş bir konuyu işliyor ama şuna değinmeden edemeyeceğim; iki bire göre bana daha basit yada daha hızlı ve tek bir olay çevresinde gelişiyor buda biraz kısır döngü gibi geliyor. Ama ne olursa olsun Kung Fu hareketleri ve mantığını çok güzel anlatan asla pes etmemeyi daima her olayda bir umut tohumunun olduğunu anlatan muhteşem bir yapım.
Ve son olarak ta fark ettiğim sanki üçüncüsü de gelecekmiş gibi duran bir final olması….
Eğer üçte gelirse bence baba ve oğul ilişkilerini işleyip kung fu pandamız sonradan ortaya çıkan babasına kızıp babasının köyünden uzaklaştıktan sonra babasının yaşadığı köyde tehlike bir olay yaşanmasıyla babasıyla barışıp o tehlikeyle savaşmaya yönelikmiş gibi geliyor bakalım eğer çıkar ve bu yönde olursa kesinlikle telif hakkı isteyeceğim…

İyi seyirler…

Kung Fu Panda…


Biliyorum çok ama çok eski bir yapım. Malum her Cuma vizyona giren onca film varken doğal olarak artık eski sayılıyor Kung Fu Panda. Fakat o kadar beğendim ki anlatamam. Bir de izledikten sonra kendime kızdım. Şundan dolayı. Hep Kung Fu üzerine kuruludur diye izlemeyi reddettiğim için yani ön yargılarıma kızdım. Film Kung Fu üzerine kurulu fakat farklı ve güzel bir dille bunu anlatmışlar. Yani dövüş sanatlarını daha doğrusu savunma sanatlarını sevmesen bile sıkılmadan izleyip bir de üzerine ders çıkarabileceğin bir film. Ayrıca iki kitleye de hem yetişkin hem de çocuk izleyicilere de ayrı ayrı şekilde güldürüyor ne yetişkinleri nede çocukları sıkıyor.
Bazı sahneler o kadar komikti ki açıkçası kahkahamı hiç esirgemeden patlattım gitti.
AAAA unutmadan “tesadüf diye hiçbir şey yoktur” ve “dün mazi oldu, yarın ise sürpriz ama bugün hediye” sözlerine o kadar anlam yüklenmiş şekilde izleyiciye sunulmuş ki “klişe” diyemezsiniz.
Ayrıca “tesadüf diye hiçbir şey yoktur” deyince “kaplumbağa bilge” nedense aklıma “Aşk Tesadüfleri Sever” filmi geldi ve bak elin adamı neler diyor sense kocaman kocaman göze soka soka “tesadüf vardır” diyorsun diye saçma bir espiri ışığı belirdi bende…
Son olarak daha izlemedim “Kung Fu Panda 2”’i ama izleyen bazı izleyicilerden duyduğuma göre bir daha başarılıymış. Bakalım 2’i de izler belirleriz.
Ve “gizli tarif diye bir şey yoktur”

İyi seyirler...

23 Ağustos 2012 Perşembe

BUZ DEVRİ 3: DİNOZORLARIN ŞAFAĞI

Uzun bir aradan sonra kesintili de olsa bir film izledim. Aslına bakılırsa tam izleyemedim hatta finalini görmedim bile ama o o kadar beğendim ki. Dile getirmek istedim. Belki benim gibi izlemeyenler film izlemek isteyenler vardır onlara bir ışık olur.
Bahsettiğim uzun uzadıya "BUZ DEVRİ 3: DİNOZORLARIN ŞAFAĞI".
Şimdi diyeceksiniz ki animasyon filmi az biraz çocuk yönlü değil midir. Evet var ama yetişkinlere yönelik sahneleri hatta geçmişi anlattığında ki flashback sahneleri ve geçişler ama en önemlisi dinozorların nasıl yaşadığını işlediği sahneler tamamen yetişkin izleyicileri de meraklandıracak cinste. Yani işin özü oturup 7 den 77 ye herkesin gönül rahatlığıyla izleyebileceği muhteşem bir film.
Bu arada ilk bölümden belli kırılmayan o kocaman fındık sonunda çatlar. Benim gibi siniri bozulan varsa rahat bir nefes alacaktır sonunda. :)

İyi Seyirler...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Boleyn Kızı

birazbugunden.blogspot.com da yazdığım gibi bizde ki Hürrem ne ki adamlarda Boleyn ailesi var. Neyse filme gelecek olursak bence çok başarılı ve kitaba neredeyse eş gidişmiş bir film. Sahne geçişleri, oyuncu seçimleri, vurguları özellikle dekor ve kostümü izleyiciyi etkiliyor kendini bir anda İngiltere tarihini inceleyen bir profesör gibi hissettiriyor.
Kendinizi farklı bir ruh halinde buluyorsunuz aynı aileden iki kız kardeşi metres olarak tutan kralın karısına içten içe acırken özellikle mahkemede yargılandığı sahnede daha sonra kız kardeşlerden küçük olanın masumiyetini görüp keşke saraya gelmeseydi diyorsunuz. Yani düşman iki tarafı da aynı anda korurken kendinizi buluyorsunuz. İşte farklı bir yapıda, sıkılmadan tarih izlediğiniz bir film.
Eğer ki tarihi mekanlara ve kişiliklere meraklıysanız kesinlikle izleyin derim. Hımmm eğer tarihe meraklı değilseniz merak etmeyin sıkılmadan entrikada kaybolarak diğer izleyici grupları da rahatlıkla izleyebilir.
Kısaca mutlaka 2012 Ağustosunda izlenecek bir film.
İyi seyirler...

7 Ağustos 2012 Salı

Anonim

Mutlaka İzleyin...

Eğer ünlü yazar, şair, şarkıcı, oyuncu kısaca ünlü birinin hayatıyla ilgili gerçek yada değil bir şeyler izlemekten zevk alıyorsanız işte bu filmi mutlaka izlemelisiniz.
Sözüm "ANONİM'e"
Ünlü İngiliz şair ve tiyatro oyun yazarı W.Shakespeare'in hayatının "gerçek" şekilde anlatıldığı bence çok ama çok başarılı bir film.
Film önce müthiş güzellikte bir tiyatro sahnesinde başlıyor ve yağmurla birlikte sahneden film formatına geçiyor.
Film William Shakespeare'nin aslında yazı yazmadığını ve ünlü bir İngiliz Kontunun yazdığı oyunları sanki kendisi yazmış gibi oynattığını anlatıyor. İşin ilginç yanı film bir İngiliz yapımı. Yani kendi yazar ve şairini kendi eleştiriyor.
Açıkçası herkesin bildiği kadarını bende biliyorum. Film ne kadar doğruyu anlatıyor bilemem fakat beni etkilediği ve özellikle de akıcılığıyla sıkılmadan finale ulaştırdığını söylemek isterim.

Kısaca görüşüm;
Bir tiyatro sahnesinde başlayıp yine bir tiyatro sahnesinde son bulan hızlı, sürükleyici tiyatral fakat sinema tarzında farklı akıl kurcalayıcı düşündüren sevindiren ama hüzünlendirmeyide unutmayan harika bir film.
Açıkçası tek solukta ve cidden William Shakespeare bu mu diye merak kurdunun içimi kemirdiği muhteşem bir film. Tüm film sevenlere tavsiyem izlemeleri yönünde ama unutmayın kesintisiz ve odaklanarak izleyin aksi halde karmaşıklığı içinde kaybolup sıkılabilirsiniz...

Filmin konusuna gelince;
Kraliçe Elizabeth dönemi İngilteresinde geçen hikaye, yüzlerce yıldır onlarca entelektüelin kafasını kurcalayan bir soruya odaklanıyor: İngiliz edebiyatının en büyük ismi William Shakespeare’in eserlerinin arkasında başka biri mi vardı? Onlarca edebiyat eseri başka birilerinin kaleminden çıkmış olabilir miydi?
Konuya ömrünü adamış uzmanlar, yazılmış onlarca kitap ve üretilen teorilerden sonra şimdi Roland Emmerich, Anonim filmiyle İngiliz edebiyatına aynı soruyu soruyor. Dönemin skandal dolu siyasetine ayna tutarak, Kraliyet ailesinin küstah ve güç tutkunu hali Londra’da ‘sahneleniyor’.

ayrıca filmi kaliteli ve kesintisiz izlemek için ;
tıklayınız...

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Percy Jackson ve Olimposlular Şimşek Hırsızı

İnsan oğlunun şu tanrılardan ne istediğini bir türlü anlamış değilim. Hayır ben tanrı olsam kesin benimle uğraşan topluluğa "al bak nasıl tanrı olunurmuş" der ve bir güzel "haşlama patates yaparım.
Sözüm "Percy Jackson ve Olimposlular Şimşek Hırsızı " adlı filme.
Neymiş efendim Tanrılar zaman zaman dünyaya iner ve yarı tanrı denilen yarı insan yarı tanrı çocukları olan aşklar yaşarmış. Tama konu farklı gibi, film akıcı, oyunculuklarda fena değil ama artık Tanrılardan uzak duralarım yahu.
Film bir hızla başlar, kahramanımız tanrısal özelliklerini fark etmeden kullanmaya başlar sonunda farklılığını anlar, annesininde "Hades" tarafından kaçırılmasıyla eğitim alıp "Zeus"'un kayıp şimşeğini aramaya koyulur.
Eeee sonuç ortada elbette kahramanımız kazanır.
Dediğim gibi film kötü değil ama konusu bilindik, ayrıca fantastik film sevenlere hitap ediyor unutmadan söyleyeyim.
Birde ufak bir not, sanırım izlediğim siteyle alakalı bana dublajı biraz Türk gibi geldi. "Adamım, kanka, Lan" replikler arasında serpiştirilmiş görünce sanki Türk yapımı gibi geldi. Ama dediğim gibi sanırım izlediğim siteyle ilgili.

İyi seyirler.

Guliver’in Gezileri

Aslında hepimiz sıradan bir yaşam sürdüğümüzü veya kendimizce oluşturduğumuz sınıf farkını açık bir şekilde ortaya koyan ve çalışma alanları gibi kendimizi kısıtlayıcı faktörlerden uzak durmamızı ve bazı konularda daha cesur davranmamızı anlatan çok başarılı bir film. Gezi yazısı için çıktığı Bermuda şeytan üçgeni sırasında kaybolan ve önce cüceler ülkesine düşen Gulliver burada ki aslında kendinin küçük değil de cesaretle işe başlaması sırasında daha başarılı daha büyük olduğunu gördüğü, Titanik, star wars ve avatar gibi filmleri kendince uyarlayıp cücelere hayat hikayesi gibi yansıtması günlük hayatta kullandığımız bazı argo sözcükleri üstün nitelendirici sıfatlarmış gibi üst mertebeye sunması, kendisinin giderek yenilmez sanıp dergide ki gezi yazısı editörünü prensesi gibi yansıtıp aslında editörün Gulliver in bir gezi yazısı yazamayacağını anlaması üzerine biraz daha kalmaya karar veren Gulliver’in kadın erkek ilişkilerinde kendisinin başarısız olmasına rağmen başarılıymış gibi yansıtması ve komik bir dille ortaya koyması filmin sıkılmadan izlenmesine sebep oluyor.

Lakin bu duruma kendini kaptıran ve egolarına yenik düşen Gulliver in giderek cüceler ülkesini kendi ego krallığı olarak baştan aşağı değiştirmesi günümüz New York’unun küçük bir minyatürünü oluştururken kendisinin yenilmez ve büyük olduğu hissiyatıyla daha da işlerini abartması üzerine eski komutan yeni hain savaş üstadı tarafından devler ülkesine sürülen Gulliver in giderek kendisinin aslında büyük, yenilmez veya dahi olmadığını anlayıp işleri düzeltmesi beklenirken kendisine acıması, işe yaramayan biri olarak görmesi ve bu sırada belki de egolar konusunda insanlara tek cümleyle cevap verildiği ” 30 metrede olabilirim ama küçük insanların yarısı bile etmiyorum” cümlesiyle insanların kendilerini hiçbir konuda dev değil işi yapabilen biri olarak görmesi gerektiğini anlatıyor.
Hayallerinin prensesi de aynı şekilde cüceler ülkesine düşmesi onu kurtarması derken hayatın anlamını kavraması ve çok ince ama dişe gelir mesajlarıyla filmin sıkmadan izlenmesine sebep olup yaklaşık 2 saatin bir solukta geçmesine neden oluyor.

Kısaca filmin özeti şöyle dersek;

Aslında insanlar hiç bir zaman önemli olduklarını hissetmezler ve önemli olduğunu hissettirecek ufak tefek bir kaç ayrıntı buldum mu da bunların suları çıkana kadar egolarıyla köreltip yine önemsiz, acınacak veya yalancı olduklarını hissederler. Ama unuttukları önemsiz hissini de küçük olduğunu da veya yalan söylemeyi de tamamen kendisinin yarattığı kendisinin küçük dünyasının büyük olduğu o alemdir. Ama insanlar dünyalarıyla kendilerinin eş değer olduğunu dünyayı yâda çevresini nasıl önemsiyorsa dünyası veya çevresinin de onu öyle önemsediğini fark edecek egolardan sıyrılacak hayata bakış açısı ilk küçük fırsatta kahraman ve yenilmez değil de bu fırsatla daha büyüğünü yarata bilirim düşüncesiyle işlerine daha cesur atik ve düşünceli sarılmasına sebep olacak…

Aslında söylemeyi unuttuğum diğer şey de aşkın beklemeye gerek olmadığını mekan, kişi yada unvan yüzünden aşkı beklenmenin aşka, aşkınıza ve kendinize zararın dışında bir şey olmadığını ve elbette ki finalde ki savaşın sadece insan kaybına neden olduğunu, hiç bir şeye yaramadığını, barışın daha çok şey getirdiğini ve savaşın insanlığın en büyük savaşı olduğunu anlatan dans ve çok anlamlı sözleriyle film sınıfını geçti…

“Unutma küçük iş yoktur küçük insanlar vardır”



İyi seyirler…

Şahane Misafir

Bir film izledim ki sormayın gitsin...
Ama ben sorduğunuzu farz edip anlatmaya daha doğrusu yazmaya başlıyorum.
Tamamen tesadüfi şekilde film sitesinde gezinirken "fantastik" filmler kategorisinde ismi ilginç afişi komik gelen bir film dikkatimi çekti. Anında tıkladım. İsmi "Şahane Misafir" konusunu kısaca göz gezdirdim. Ama konusundan bir iki satır okudum ve güzele benziyor dedim tıkladım.

"Sicilyalı Pietro'nun tek hayali ünlü bir aktör olmaktır. 28 yaşındaki Pietro oyunculuğu kafasına o kadar çok takmıştır ki amacına ulaşmak için bin türlü çılgın yolu denemekte sakınca görmez. Roma'ya gelir ve önce bir pastanede çalışmaya başlar, aynı zamanda da aktörlüğe giden yolları aşındırır. Başta kuzeni Maria’nın evine misafir olarak yerleşir sonra kendi evine çıkar ama kısa sürede evde bir gariplik sezer. Sanki eşyalar kendi kendine hareket etmektedir, gece vakti garip fısıltılar gelmektedir. "

Yukarıda ki yer alan kadar kısmını okuduktan sonra filmi izlerken dikkatimi "Cem Yılmaz'a" benzeyen oyuncu çekti. Saçma dedim. Tüm oyuncular İtalyan iken Cem Yılmaz'ın işi ne? Ayrıca Film 2012 yapımı yani haberim olurdu. En azından haberlerde bloglar da. Ama giderek Cem Yılmaz sandığım adamın replikleri dikkatimi çekti. Çok Türk.
O da ne ismi "Yusuf"
Derhal durdurdum filmi. Ufak bir araştırma neticesinde fark ettiğim film Türk - İtalyan ortak yapımı. ve o oyuncuda Cem Yılmaz.
Hemen konusunun tamamını okudum.

"Sicilyalı Pietro'nun tek hayali ünlü bir aktör olmaktır. 28 yaşındaki Pietro oyunculuğu kafasına o kadar çok takmıştır ki amacına ulaşmak için bin türlü çılgın yolu denemekte sakınca görmez. Roma'ya gelir ve önce bir pastanede çalışmaya başlar, aynı zamanda da aktörlüğe giden yolları aşındırır. Başta kuzeni Maria’nın evine misafir olarak yerleşir sonra kendi evine çıkar ama kısa sürede evde bir gariplik sezer. Sanki eşyalar kendi kendine hareket etmektedir, gece vakti garip fısıltılar gelmektedir. Pietro sevimli dairesini kendisinden başka "7 buçuk" hayali sakin ile paylaştığını fark edecektir! İtalya'da yaşamını sürdüren Ferzan Özpetek'in dokuzuncu sinema filmi olan yapımın başrolünde Pietro'yu Elio Germano canlandırırken oyuncu kadrosunda Cem Yılmaz da var. Filmin müziklerinin büyük bölümünde İtalyan müzisyen Pasquale Catalano'nun imzası varken, Sezen Aksu'nun da filme özel parçalar bestelediği biliniyor. "

Evet işin özü konuyu baştan okusaydım garip şekilde filmde sırları çözmeye başlamazdım.
Neyse giderek film garipleşmeye komedi unsurlarının azalmasına, acaba sonu ne olacak sorusuyla boğuşmaya eğer içinizde azda olsa tiyatro sanat aşkı varsa hayranlık duymaya başlayacağınız harika hatta "Şahane" bir film.

Ayrıca her karakterin kendi içinde çok ama çok ilginç çözümlemeleri olan, derinlemesine incelendiğinde ilginç detaylarla karşılaştığımız, şaşırtan ve heyecanlandıran bir film. Sakın ola fantastik bir film, çocuksudur demeyin. Çünkü fantastik kısmı sadece isim olarak yer alıyor.
Ve unutmadan sakın komedi gözüyle bakmayın sadece filmin akışına bırakın. Sıkılmayacağınız garanti her kesimin izleyeceği güzel bir film...

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim bazı detaylar var;
Misal, Cem Yılmazın oyunculuğunu, Türk medyasının ve izleyicisinin ilgisizliğini, repliklerde ki hoş detayları, senaryoda ki mesajı, yönetmende ki detayları çok ama çok başarılı buldum. (haddim olmayarak) 
Bazı izleyici yorumlarını okudum. Ama aklıma ilk gelen Cem Yılmaz dan beklenen komedi oyunculuğundan olsa gerek o bazı olumsuz eleştiriler.
Her neyse film bu yıl 06 Nisan 2012 de gösterime girmiş ve eminim ki bir çok Türk izleyicisi habersiz yazık gerçekten giderek değerlerimizi ezer olduk...
Şimdiden iyi seyirler....

Filmi izlemek isterseniz link: http://www.fullhdfilmizle.com/komedi-filmleri-izle/sahane-misafir-magnifica-presenza-2012/oto